4 Ağustos 2011 Perşembe

Nevşehir Turizmi Hakkında

Tarih Öncesi Çağlarda Nevşehir ve Çevresi

(M.Ö.6500-2000)
Nevşehir (Muşkara) ilinin en eski yerleşim yeri Gülşehir ilçesi Civelek Mağarası’nda görülür. Avanos’un Sarılar beldesi yakınlarındaki Zank Höyük’te DTCF Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hüseyin Sever’in başkanlığında yapılan kazılar sonucunda Eski Tunç Çağı’na (M.Ö.3000-2000) ve Assur Ticaret Kolonileri Çağı’na (M.Ö.2000-1750) ait eserler ele geçmiştir. Nevşehir civarında bulunan çok sayıdaki höyüklerde özellikle Eski Tunç Çağı’na ait kalıntılar tespit edilmiştir.

Prehistorik Dönem

Kapadokya Bölgesi’ndeki Prehistorik Dönem kültürleri en iyi şekilde Niğde-Köşk Höyük, Aksaray-Aşıklı Höyük, Nevşehir-Civelek Mağarası’nda görülür. Her üç yerleşim yerinde kazı çalışmaları devam etmektedir.
Civelek Mağarası

Nevşehir’in Gülşehir ilçesinin 4km. doğusunda yer alan Civelek köyü yakınlarındadır. Mağara, köyün ‘Gürlük Tepe’ olarak adlandırılan tepesinde yer alır. Kalkerli bir yapıya sahip olan mağaraya 14m. uzunluğunda aşağıya doğru uzanan bir galeri vasıtasıyla inilebilmektedir. Ana mekanı 22x11m. olan mağaranın tavan kısımlarında kalsit kristalden oluşan 5-15cm. arasında değişen uzunluktaki sarkıtlar yer almaktadır. Nevşehir Müzesi ve İtalyan Mağarabilimcileri ile birlikte yapılan çalışmalarda mağara tabanında, özellikle göçen kaya parçaları arasında ve galerilerde Kalkolitik Döneme (M.Ö.5000-3000) ait elde şekillendirilmiş tek kulplu fincanlar, çeşitli boylarda çömlekler, dokumacılıkta kullanılan ağırşaklar, taştan ve kemikten aletler ele geçmiştir. Ayrıca Mağara’nın çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında da obsidiyenden ve sileksten yapılmış aletler bulunmuştur.Mağara koruma altına alındığından ziyarete kapalıdır.
Aşıklı Höyük

Aksaray’da Ihlara Vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyük’te yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesi’nin kerpiçten yapılmış ilk mahallerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı-pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır.

Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Aşıklı Höyük’te araştırma yapan Prof.U.Esin’e göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyük’te ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu’da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmiş yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanı sıra az pişmiş kilden figürinler de ele geçmiştir. Aşıklı Höyük araştırmacıları, bu Höyük’te ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin ameliyatının (trepanasyon) 20-25 yaşlarındaki bir kadına uygulandığını belirtmektedirler.

Köşk Höyük

Niğde ili yakınlarındaki Köşk Höyük’te yapılan kazılar sonucunda obsidiyen başta olmak üzere sileks, taş ve kemikten aletler ve silahlar ele geçmiştir. Bu yerleşim yerinde Neolitik ve Kalkolitik Döneme ait en önemli eserler ana tanrıça heykelcikleridir. Anadolu’da bu çağda bereketi ve doğurganlığı temsil eden Ana Tanrıça Kültü önemli ve yaygındır.
Nevşehir’de İlk Devletler ve İstilalar

Protohitit-Assur Ticaret Kolonileri Çağı

(M.Ö.3000-1750)
Anadolu Eski Tunç Çağı’nda madencilikte doruk noktasına erişmiştir. Özellikle çağın son evrelerinde en büyük gelişim Orta Anadolu’nun kuzeyinde gözlenmiştir. M.Ö.2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır. Bu ticaretin merkezi Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum’dur (Karum: Ticaretin yapıldığı pazar yeri). Belgelerde adı geçen ve yeri saptanabilen karumlardan biri de Karum-Hattuş’tur (Boğazköy).

Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiçbir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar.

Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir.

Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur.

Hititler Dönemi

(M.Ö.1750-1200)
M.Ö.II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi’ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar’dır. Kapadokya Bölgesi’nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi’nde özellikle Kapadokya Bölgesi’nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır. Kayseri sınırları içindeik Erciyes Dağı’nın güneyinde yeralan Fraktin, Taşçı ve İmamkulu kaya anıtları tanrıların kutsanması, Büyük Kral’ın (Hattuşili III) ve Kraliçe’nin (Puduhepa) tanrılara minnettarlığını göstermesinin yanı sıra imparatorluğun gücünün sınırlarını gösteren birer propaganda anıtlarıdır.

Geç Hitit Dönemi

(M.Ö.1200-700)
Friglerin Orta Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu’nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi’ndeki geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir’i içine alan Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl-Topada, Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır.

Pers Dönemi ve Kapadokya Krallığı

(M.Ö.585-332)
Kimmerler’in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu’da Medler (M.Ö.585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde “Katpatuka” olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, ‘Cins Atlar Ülkesi’ anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarında bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı’nı, kutsal saymışlardır.

Persler, Kapadokya’dan geçerek başkentlerini Ege’ye bağlayan, ‘Kral Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö.334 ve 332’de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.

Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender Kapadokya’da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I.Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti.

İskender’in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.

Roma Dönemi

(M.S.17-395)
M.S.17’de Tiberius Kapadokya’yı Roma’ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son verdi. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege’ye ulaşmışı sağladılar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliydi.

Roma egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı gerekse göç biçiminde doğrudan gelenler oldu. Romalılar bu yeni gelenlere karşı ‘Lejyon’ adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koydu.

İmparator Septimus Severus Dönemi’nde ekonomik bakımdan oldukça cnalanan Kapadokya’nın merkezi Kayseri daha sonraki yıllarda İran’dan gelen Sasaniler’in saldırılarına uğradı. Gordianus III bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtti.

Bu sırada Anadolu’da yayılmaya başlayan ilk hıristiyanların bir kısmıbüyük şehirlerden köylere göç etmeğe başladılar. Kayseri’nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4.yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil’in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde manastır hayatını başlattılar.

Bizans Dönemi

(397-1071)
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğu’nun etkisi altında kaldı. 7.yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya’da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6-7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651’de Halife Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi güçlerinin akınlarına uğradı.

Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III.Leon’un müslümanlıktan etkilenerek ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu durum karşısında bazı hıristiyan ikon yanlısı keşişler Kapadokya’ya sığınmaya başladılar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürdür (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi ikonoklasm etkisinde kaldıysa da ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürdüler.

Selçuklu Dönemi

(1071-1299)
Sultan Melikşah' ın 1092' de ölümü üzerine Büyük Selçuklu Devletinde taht kavgaları başladı. Bu sıralarda Ortaçağın en önemli olayı sayılan Haçlı Seferleri batıdan Türk-İslam Toprakları üzerine başlamış bulunuyordu. Melikşah'ın oğullarından Sencer 1111 yılında kendisini Sultan ilan ederek tahta oturdu ve 1157' ye kadar, saltanatı devam etti. Büyük Selçuklular 1141 yılında Katvan Savaşı'nda Karahitaylara yenilince Harzem ve Horasan bölgesi elden çıkmış, devlet güç kaybetmişti.1157 yılında Sultan Sencer'in ölümü ile Büyük Selçuklu Devleti dağıldı. Şehzadeler bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan ettiler.Böylece Irak' ta, Suriye' de, Kirman' da ve Anadolu' da yeni Selçuklu Devletleri ortaya çıktı. İlk üçünün varlığı 12. yüzyıl içinde sona ererken Türkiye Selçuklu Devleti 14. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürdü.

1071- Malazgirt Zaferinden sonra Bizans'ın elinde bulunan Anadolu’nun Fethi hareketi içinde başta Kutalmışoğlu Süleyman Şah olmak üzere Artuk, Tutak, Danişmend, Mengücek, Ebulkasım, Ebulgazi, ( Hasan Bey ) v.b. Türkmen Beyleri yer almışlardı. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın ölümünden sonraki iktidar kavgası sırasında Doğu Anadolu'da Saltuklu, Danişmend, Mengücek ve Artuklu Türkmen Beylikleri oluşmuşken, 1075 tarihinde, Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından İznik merkez olmak üzere Nevşehir'in de içinde bulunduğu Orta Anadolu, Güney Marmara, İç Ege ve Doğu Akdeniz Bölgeleri’nin geniş bölümlerinde de Türkiye Selçukluları Devleti kurulmuştur. Aslında 1067'de Kayseri'yi fetheden Türkmen Beyleri’nden Afşin Bey Kızılırmak'ın orta çığırı boyunca fetihlerine devam ederek Nevşehir ve çevresini de Selçuklu toprakları içerisine katmıştı.

Süleyman Şah 1081 yılında Bizansla yaptığı antlaşma ile Anadolu’da egemenliğini fiilen olduğu gibi hukuken de kabul ettirmiş, sultanlığını ilan ederek kudretli bir devlete sahip olduğunu ortaya koyup Büyük Selçuklu Devleti ile olan sembolik bağlılığını sona erdirmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Süleyman Şah Antakya' ya düzenlediği ilk sefer sırasında Ebul Gazi' yi ( Hasan Bey ki Hasandağı bu zatın ismi ile anılır.) Kapadokya' ya vali tayin eder.

Nevşehir Türkiye Selçukluları Dönemi’nde doğu- batı istikametinde birer menzillik mesafede yapılmış Çay Hanı- Horozlu Han- Zazadın Hanı- Sultan Hanı- Ağzı Karahan-Tepesidelik Han- Alay Hanı ve Sarıhan gibi kervansaraylarla ve bunlar arasındaki güzergahı izleyen ticaret yolu üzerinde küçük bir yerleşim yeri idi. Bu yol batıda Ege kıyıları, Doğuda Orta Asya Türk Dünyası ve Çin'e, Mezopotamyaya yönelen çok işlek, canlı bir ticari hayata sahip, kültür köprüsü görevi de gören önemli bir yoldur. Özellikle I. Alaaddin Keykubat Döneminde ( 1217 -1230) bu yol üzerinde kervansaraylarla çok zengin yükler taşınarak doğu- batı, kuzey- güney istikametinde iç ve dış ticaret canlılık kazanmış, Türkiye Selçukluları en parlak dönemlerini yaşamıştır. Bu dönem ve sonrasında yapılan şifahaneler, aşevleri, yollar, köprüler, kaleler ve külliyelerle Anadolu bayındır hale gelmiştir.

Türkiye Selçuklu Sultanı II. Keykavus ile IV. Rüknettin Kılıçarslan'ın birlikte saltanat sürdükleri dönemde anlaşmazlığa düşünce IV. Rüknettin Kılıçarslan Ürgüp' e sığınmıştır. Türkiye Selçuklu Devleti 1243 Kösedağ Savaşında mağlup olduktan sonra fiili idare Moğollara geçmiş ve Sultanın yanında Moğol valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Son Selçuklu Sultanlarından III. Alaaddin Keykubat da Moğol Hükümdarı Gazan Han' la anlaşmazlığa düştüğünde Ürgüp yakınlarında sığındığı mağarada sıkı bir takiple yakalanmıştı. II. Mesut son Türkiye Selçuklu Sultanı olarak Kayseri' de 1308’de ölünce Moğollar sembolik de olsa Selçuklu tahtına kimseyi oturtmadılar. Anadolu’yu merkezden gönderdikleri valilerle yönetmeyi sürdürdüler. Bu idari yetersizlik sonucunda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı. Osmanlılar, Karamanlılar, Menteşeoğulları, Germiyanoğulları gibi. Türkiye tarihinde Anadolu Türk Beylikleri Dönemi başladı.

Beylikler Dönemi

Anadolu Selçuklu Devleti parçalanınca Moğalların Anadolu Valisi Timurtaş’ın daha sonra da Eratna Bey’in egemenliğini taşıyan Nevşehir, 1381’de Kadı Burhanettin tarafından ele geçirildiseyse de 1397’de yöreye Karamanoğulları egemen oldular. Bir Oğuz boyu olan Karamanlı Aşireti 13. yüzyılda Anadolu’ya gelmişti. Türkiye Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat onları İçel Bölgesi’ne yerleştirmişti. Kerimüddin Karaman Bey başkenti Ermenek olan Karamanlı Beyliğini kurdu. Kerimüddin Karaman Bey'in yerine geçen Mehmet Bey 1277' de Türkçe'yi resmi dil ilan ederek Türk kültürüne büyük hizmet etmiş oldu. Karamanoğulları Türkiye Selçuklu Devleti başkenti Konya'yı zaptederek merkezlerini burayı taşıyıp, Türkmenler arasında büyük saygınlık kazandılar. Karamanoğulları Nevşehir'in de içinde bulunduğu Orta Kızılırmak Konya Bölümü ve Anamur- Mersin kıyılarına kadar Doğu Akdeniz’de egemenlik alanlarını genişlettiler. 1397'de Yıldırım Bayezit Karaman ilini topraklarına katınca Nevşehir (Muşkara) Osmanlı Beyliğine dahil oldu. Yıldırım Bayezıt'ın Konya’yı fethinden sonraki gelişmeleri anlatan Aşık Paşazade Tarihi’nde: '' Etrafın şehirlerine haber vardı kim bu gelen padişah gayet adildir. Ve ol şehirlerden dahi adam geldi kim hana gelip şehri tımar edin!... Aksara’yı, Niğde’yi ve Kayseri’yi verdiler. Develi, Karahisarı ve Uçhisarı cümlesini nevalisi ile teslim ettiler.'' der. Ancak bu dönem kısa sürdü. Yıldırım Bayezıt 1402 Ankara Savaşında Timur'a yenilince Karamanlı Beyliği yeniden kuruldu. Bir ara Nevşehir Kadı Burhaneddin Beyliği egemenlik alanına dahil olmuştur.

Osmanlıları en çok uğraştıran bu beyliğe II. Bayezit 1487' de son verince Karaman Beyliği’ne ait topraklarla beraber Muşkara' da Osmanlı Devleti sınırları içine dahil oldu.

Camiler

Alaaddin Camii

Avanos’ta 13.yüzyıl Selçuklu dönemi’ne tarihlenen Saruhan Kervansarayı ve Alaaddin Camii bulunmaktadır.
Ürgüp - Taşkınpaşa Camii

Nevşehir, Ürgüp ilçesinin, Damsa köyü merkezinde yer alan Taşkınpaşa Camii, Karamanlılar Dönemi’ne aittir. Bugün beyaz badana ile boyanması nedeniyle çirkinleştirilmiş portali geometrik bezeli bordürlerle süslüdür. Kesme taştan inşa edilmiş Cami, kıble yönünde 3 nefli, onbir tonozla örtülüdür. Kemerler mermer başlıklı payaler üzerine oturur. Camii’nin üzeri ise düz toprak damdır.

Halen Ankara Etnografya Müzesi’nde sergilenen cevizden kakma tekniğinde yapılmış mihrabı bugüne kadar kalan tek ahşap örnek olması nedeniyle önemlidir. Mihrabın etrafındaki iki sıra bordür arabeks süsleme ve ayetlerle süslenmiştir.

Niğde - Sungur Bey Camii

İlhanlı Sultanı Ebusaid’in hükümdarlığı zamanında Seyfeddin Sungur Ağa tarafından 1335 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlı Sungur Bey Camii, doğu ve güney portalleri ile mihrabının taş süslemeleri Selçuklu Devri özelliklerini arz eder. Süslemelerde kıvrık dallar arasında arslan, griffon başları, yırtıcı kuşlar, at ceylan tasvirleri dikkat çekmektedir. Ayrıca güney portalinde, kapı kemerinin üzerinde çift başlı kartal tasviri ve her iki portalde yer alan gotik tarzındaki süslemeler ilginçtir.

Camii, orijinalde üçer basık kemerle destekli ve üç nefliydi. Daha geniş olan orta nef üç kubbe, yan nefler ise üçer çapraz tonozla örtülüydü. Camii, 18.yüzyılda yandığından dolayı üst örtü ağaç direklerle desteklenmiş orijinal durumunu kaybetmiştir.

Halen Niğde Dışarı Camii’nde bulunan sedef kakmalı ahşap minberinin kitabesinde, camiinin Büyük Sultan Ebusaid zamanında, Seyfeddin Sungur Bey’in emriyle, usta Hoca Ebubekir tarafından yapıldığı yazılıdır. Sungur Bey Camii’nin çift minareli portalinin olması gotik ve islam sanatının birlikte görülmesi nedeniyle ayrı bir özelliğe sahiptir.

Niğde - Alaaddin Camii

Klasik Selçuklu mimarisinin erken örneklerinden biri olan Niğde Alaaddin Camii, Alaaddin Keykubat zamanında, Abdullah Bin Beşare tarafından 1223 yılında yaptırılmıştır. Mimarı, Sıddık Bin Mahmut ile kardeşi Gazi’dir.

Doğu cephesinde bulunan ve duvar yüksekliğini aşan portali, bezemelerin en yoğun olduğu yerdir. Pek az boşluk kalacak kadar geometrik (yarım daire, yarım yıldız, sekiz kollu yıldız vs.) motiflerle işlenmiştir. Portal nişi 7 sıra mukarnaslıdır. Niş üzerindeki 3 satırlık kitabe camiinin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı hakkında bilgiler içermektedir. Kitabenin iki yanında bulunan iki kabartma araştırmacılar tarafından kadın başı ya da arslan başı olarak yorumlanmaktadır. Basık kemerli giriş kapısının kemer taşlarının uçları testere dişi biçimindedir. Kuzeydoğu köşesindeki minarenin yanında, daha küçük ikinci bir portal daha bulunmaktadır.

Camii kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Yapı iki sıradan dörder ayakla üç nefe ayrılır. Diğerlerine nazaran daha geniş olan orta nefin tavanı dört mukarnas sırası ile örülmüş ve burada aydınlık feneri bulunur.

Mihrap önü tavanı yan yana üç kubbe ile örtülüdür. Batıdaki kubbe sekiz bölümlü mukanaslı tromplara sahiptir. Doğudaki kubbe ise iki pandandif ve iki tromp üzerine oturur. Mihrap nişi beş köşeli ve mukarnaslıdır. Yan bordürlerde geometrik motifler yoğunluktadır.

Alaaddin Camii, taş işçiliği, orijinal minaresi, iç mekandaki kubbe sayısının artışı ve aydınlık feneriyle Anadolu Selçuklu camilerinin en iyi örneklerindendir.

Kiliseler

Durmuş Kadir Kilisesi
Yusuf Koç Kilisesi
El Nazar Kilisesi
Saklı Kilise
Meryem Ana Kilisesi
Kılıçlar Kilisesi
Göreme Açık Hava Müzesi
Göreme Kilise Mimarisi
Tokalı Kilise
Rahibeler ve Rahipler Manastırı
Aziz Basil Şapeli
Elmalı Kilise
Azize Barbara Şapeli
Yılanlı (Aziz Onuphrius) Kilise
Kiler/Mutfak/Yemekhane
Karanlık Kilise
Azize Catherine Şapeli
Çarıklı Kilise
Çavuşin Kilisesi
Balıklı ve Üzümlü Kilise
Paşabağları ve Aziz Simeon Hücresi
Aziz Theodore (Tağar) Kilisesi
Pancarlık Kilisesi
Üzümlü Kilise
Aziz Basil Şapeli
Tatlarin Kilisesi
Aziz Jean (Karşı) Kilisesi
Aziz George (Kırkdamaltı) Kilisesi
Ağaçaltı Kilisesi
Kokar Kilise
Yılanlı Kilise
Soğanlı Vadisi
Karabaş Kilisesi
Kubbeli Kilise
Azize Barbara (Tahtalı) Kilisesi

Kaleler

NEVŞEHİR KALESİ

Selçuklular dönemine tarihlenen Nevşehir Kalesi Nevşehir’in kurucusu Damat İbrahimpaşa tarafından onarılmış ve l979 yılında da yeniden restore edilerek tahrip olmaktan kurtarılmıştır.
UÇHİSAR KALESİ

Yerden yüksekliği 179 metreye kadar ulaşan Uçhisar Kalesi, Kapadokya bölgesinin en önemli seyir noktalarından birisidir. Bizanslılar tarafından Şato olarak kullanıldığı ifade edilen tarihi kale ilk çağın doğal gökdelenleri olarak da belirtilmektedir. Uç hisar kalesinin zirvesi aynı zamanda bölgenin panaromik seyir noktasıdır. kale içerisinde bulunan çok sayıdaki odalar birbirlerine merdivenler, tüneller ve koridorlarla bağlanmıştır.
Peri Bacaları - Kapadokya

Kapadokya'nın Konumu

Roma İmparatoru Augustus zamanında Antik Dönem yazarlarından Strabon 17 kitaplık ‘Geographika’ adlı kitabında (Anadolu XII, XIII, XIV) Kapadokya Bölgesi’nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak belirtir. Bugünkü Kapadokya Bölgesi Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin kapladığı alandır. Daha dar bir alan olan kayalık Kapadokya Bölgesi ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibarettir.
VOLKANLARIN PATLAMASI VE JEOLOJİK OLUŞUM

Kaya Yapısı

Kapadokya Bölgesi’ndeki Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu volkanla birlikte diğer çok sayıdaki volkanların püskürmeleri Üst Miyosen’de (10 milyon yıl önce) başlayıp, Holosen’e (Günümüz) kadar sürmüştür. Neojen gölleri altındaki yanardağlardan çıkan lavlar, platoda, göller ve akarsular üzerinde 100-150 m. kalınlığında farklı sertlikte tüf tabakasını oluşturmuştur. Bu tabakanın bünyesinde tüften başka tüffit, ignimbirit tüf, lahar, volkan külü, kil, kumtaşı, marn aglomera ve bazalt gibi jeolojik kayaçlar bulunmaktadır.

Ana volkanlardan püsküren maddelerle şekillenen plato, şiddeti daha az küçük volkanların püskürmeleriyle sürekli değişime uğramıştır. Üst Pliosen’en başlayarak başta Kızılırmak olmak üzere akarsu ve göllerin bu tüf tabakasını aşındırmaları nedeniyle bölge bugünkü halini almıştır.

Peribacalarının Oluşumu :

Vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla ‘Peribacası’ adı verilen ilginç oluşumlar ortaya çıkmıştır. Sel sularının dik yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olmuştur. Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemenin derin bir şekilde oyulması ile yamaç gerilemiş, böylece üst kısımlarda yer alan şapka ile aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler ortaya çıkmıştır. Daha çok Ürgüp civarında bulunan şapkalı peribacaları konik gövdeli olup, tepe kısımlarında bir kaya bloku bulunmaktadır. Gövde tüf, tüffit ve volkan külünden oluşmuş kayaçtan; şapka kısmı ise lahar ve ignimbirit gibi sert kayaçlardan oluşmaktadır. Yani şapkayı oluşturan kaya türü, gövdeyi oluşturan kaya topluluğuna oranla daha dayanıklıdır. Bu peribacasının oluşumu için ilk koşuldur. Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak, peribacaları uzun veya kısa ömürlü olmaktadır.

Kapadokya Bölgesi’nde erozyunun oluşturduğu peribacası tipleri; şapkalı, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri kayalardır.

Peribacaları en yoğun şekilde Ürgüp-Uçhisar-Avanos üçgeni arasında kalan vadilerde, Ürgüp-Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmaktadır.

Peribacalarının dışında vadi yamaçlarında yağmur sularının oluşturduğu ilginç kıvrımlar bölgeye ayrı bir özellik katmaktadır. Bazı yamaçlarda görülen renk armonisi, lav tabakalarının ısı farkından dolayıdır. Bu oluşumlar Uçhisar, Çavuşin-Güllüdere, göreme-Meskendir, Ortahisar Kızılçukur ve Pancarlı vadilerinde gözlenir.

Hacı Bektaş-ı Veli

Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi

Genel Bilgi

Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yapılan restorasyondan sonra 16 Ağustos 1964 tarihinde müze olarak, ziyaretçilerin hizmetine açılmıştır. Mimari manzumenin tamamlanma tarihi 13. ve 19. yüzyıllar arasındadır.

Mimari yapı “Birinci Avlu (Nadar Avlusu), İkinci Avlu (Dergah Avlusu) ve Üçüncü Avlu (Hazret Avlusu) olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır.

Mimarlık tarihi yönünden, M.XIII. ile XIX. yüzyıllar arasında tamamlanmış olan Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi, tarihsel süreç içinde epey restorasyon (onarım) görmüştür. Mimari terminoloji bakımından, külliyeden daha ziyade bir manzume niteliği taşımaktadır. Tekke, 30 Kasım 1925 tarihinde TBMM’nin 677 sayılı kanununla diğer tekke ve zaviyeler ile birlikte kapatılmış, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1958-1964 yılları arasında onarımı yapılmış ve 16 Ağustos 1964 tarihinde Etnografya Müzesi biçiminde düzenlenerek halkımızın ziyaretine açılmıştır. Müze, plan bakımından üç ana bölümde incelenir. Avlulara, sırasına göre kademeli bir anlayışla tatlı bir meyil verilerek mimari açıdan bir bütünlük sağlanmıştır.

Birinci Avlu

Eskiden Nadar Avlusu da denilen bu bölüme, güneydeki anıtsal görünümlü Çatal Kapı’dan girilir. Girişin hemen sağında; M.1902 yılında Tekke Postnişini Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından yaptırılan ve üzerinde Mühr-ü Süleyman motifi bulunan Üçler Çeşmesi yer alır. Eskiden bu avlu içinde günümüze kadar ulaşmayan; Atevi, Emekevi, Hamam, Tuvalet, Mihmanevi, Çamaşırhane gibi bölümler bulunmaktaydı.
İkinci Avlu

Eskiden Dergah Avlusu da denilen bu bölüme, üçgen alınlıklı ve sivri kemerli Üçler Kapısı’ndan girilir. Bu avlu içinde sırasına göre sağda; Arslanlı Çeşme, Aşevi Baba Köşkü, Aşevi, Tekke Camii, ortada; Havuz, solda: Mihmanevi, Meydanevi, Kilerevi ve Dedebaba Köşkü gibi bölümler bulunmaktadır.
Arslanlı Çeşme

Klasik Mısır Sanatı tarzında İskenderiye mermerinden yapılmış olan Arslan yontusu, ünlü Mısır Valisi Kavalalı M.Ali Paşa soyundan Fatma Hanım tarafından M.1875 yılında Tekke’ye hediye olarak gönderilmiştir. Arslanın içine yerleştirildiği esas çeşme, M.1554 yılında eski Silstre Valisi Malkoç Bali Bey hayrına yaptırılmıştır.
Aşevi Baba Köşkü

Protokolde, Dedebaba’dan sonra gelen Aşevi Babası’nın oturduğu köşk, bugün Müze İdaresi olarak hizmet vermektedir.
Aşevi

Kitabesinden M.1560’ta Malkoç Bali Bey hayrına yaptırıldığı anlaşılan Aşevi’nde; meşhur karakazan, halife kazanları ve diğer mutfak eşyaları sergilenmektedir.
Tekke Cami

M.1834 yılında, Padişah II.Mamut tarafından yaptırılan Camii klasik tarzda; içten kubbeli görünen rağmen dıştan kurşun kaplamalı ve basık külahlı olarak inşaa edilmiştir. Güdük minaresi orijinal olmayıp restorasyon ürünüdür.
Havuz

Giriş kapısının tam karşısında bulunan havuzun kitabesinden anlaşıldığına göre; 1906-1908 yılları arasında dönemin Beyrut Valisinin (H.Rıfat Paşa) eşi Nazlı Hanım tarafından yaptırılmıştır. Güney duvarı üçgen alınlıklı olarak yapılmış olup; oniki dilimli Hüseyni taç ile sonlandırılmıştır. Fıskiyesinde, korinth tipi antik başlık kullanılmıştır.
Mihmanevi

Tekke faal iken,gelen konukların ağırlandığı bu bölüm, bugün müze deposu olarak kullanılmaktadır.
Meydanevi

Tekke’nin en önemli bölümlerinden biri olup, kitabesine göre; M.1367 yılında Sultan Murat tarafından yaptırılmıştır. Burada tarikata intisap etme yani ikrar verme ve nasip alma törenleri yapılıyordu. Meydan Odası’nın rekonstrüksiyon olarak bingi tekniğinde inşaa edilen tavanı ilgi çekicidir. Bu bölümde; oniki makamı simgeleyen postlar, levhalar, Bektaşi tahtı, müzik aletleri, tablolar, eski siyah-beyaz fotoğraflar, mühürler ve diğer etnografik eserler sergilenmektedir.
Kilerevi

İki katlı olan bu bölümün alt kadı, eskiden Tekke kasası ve depo olarak; üst kat ise, Dedebaba Köşkü olarak hizmet veriyordu. Şimdi ise kütüphane deposu olarak hizmet vermektedir.
Üçüncü Avlu

Eskiden Hazret Avlusu da denilen bu bölümü, basık kemerli yeşil kanatlı, Altılar Kapısı’ndan girilir. Bu avlu içinde; Atatürk Köşesi, Pirevi, Balım Sultan Türbesi ve Hazire bulunmaktadır.
Atatürk Köşesi

Giriş kapısının hemen sağında yer alır. M.Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi sonrasında; 22 Aralık 1919 tarihinde Tekke’yi ziyareti anısına düzenlenmiştir.
Pirevi

Girişin tam karşısında yeralan bu yapı kompleksi, M.13-16. yüzyıllar arasında tamamlanmıştır. Girişin sağ ve sol yanında, Tekke’ye hizmet etmiş bulunan Dede ve Babalar’ın mezarları bulunmaktadır. Akkapı denilen süslemeli mermer kapıdan, kalem işi motiflerle bezeli olan Orta Methal yani salona girilir. Sağ tarafta; Tekke’nin çekirdeği sayılan ve Dervişler’in zikredip, olgunlaştıkları Çilehane (Kızılcahalvet) denilen hücre yer alır. Üstünde kitabesi bulunan, mütevazi bir kapıdan, Kırklar Meydanı’na geçilir. Tavanı ahşap duvarları kalem işi bezemelerle süslü olan bu bölümde; muhtemel olarak Hindistan’dan Tekke’ye hediye olarak gelmiş olan ünlü Kırkbudak Şamdanı, Hz.Ali’nin el yazısı Kur’an-ı Kerim’den bir süre, İran Şahı’nın adağı ipekhalı, sancaklar, fincan takımları, Türbe’nin süslemeli orijinal gümüş kapısı, bazı silahlar ve Bektaşi kültürüne ait bazı etnografik eserler sergilenmektedir. Meydanının doğusunda; Horosan Erleri, batısında; Çelebiler’in mezarları bulunmaktadır. Gökeşik de denilen, mütevazi ve süslemeli mermer kapıdan Huzur-u Pir’e yani Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Türbesine girilir. Yapı Selçuklu mimarisi geleneğinde inşaa edilmiş olup; kubbe ve duvarları kalemişi bezemelerle süslenmiştir. Yüksek tip sandukası yeşil puşideler ile süslüdür. Türbenin üst kısmı; dıştan sivri külahlı ve kurşun kapmalardır. Güvenç Abdal Türbesi’nde ise Güvenç Abdal, eşi Dünya Güzeli ve hizmetkarlarının sandukaları bulunmaktadır. Türbe kemerli tonozla örtülü olup, restorasyon ürünü bezemelerlerle süslüdür.
Balım Sultan Türbesi

Avlunun sağ tarafında, piramidal külah örtülü ve Selçuklu mimarisi tarzında inşaa edilmiştir. Balım Sultan; Dimetoka’daki Bektaşi Tekkesinde yetişmiş ve daha sonra merkez Tekke’ye gelerek, Bektaşilik’e önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu nedenle de Bektaşilik’de P ir-i Sani (İkinci Pir) olarak kabul edilir. Balım Sultan sandukasından başka Kalender Şah mezarının da bulunduğu türbe, ölümünden üç yıl sonra M.1519’da; Yavuz Sultan Selim’in komutanlarından Dulkadiroğulları Beyi, Şeyhsuvar Ali Bey tarafından inşaa ettirilmiştir. Kubbe içi ve duvarları kalem işi bezemelerle süslü olan Orta Methal yani salona girilir. Sağ tarafta; Tekke’nin çekirdeği sayılan ve Dervişler’in zikredip, olgunlaştıkları Çilehane (Kızılcahalvet) denilen hücre yer alır. Üstünde kitabesi bulunan, mütevazi bir kapıdan, Kırklar Meydanı’na geçilir. Tavanı ahşap, duvarları kalem işi bezemelerle süslü olan bu bölümde; muhtemel olarak Hindistan’dan Tekke’ye hediye olarak gelmiş olan ünlü Kırkbudak Şamdanı, Haz. Ali’nin el yazısı Kur’an-ı Kerim’den bir süre, İran Şahı’nın adağı ipekhalı, sancaklar, fincan takımları, Türbe’nin süslemeli orijinal gümüş kapısı, bazı silahlar ve Bektaşi kültürüne ait bazı etnografik eserler sergilenmektedir. Meydanın doğusunda; Horasan Erleri, batısında; Çelebiler’in mezarları bulunmaktadır. Gökeşik de denilen, mütevazi ve süslemeli mermer kapıdan Huzur-u Pir’e yani Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Türbesine girilir. Yapı Selçuklu mimarisi geleneğinde inşaa edilmiş olup; kubbe ve duvarları kalemişi bezemelerle süslenmiştir. Yüksek tip sandukası yeşil puşideler ile süslüdür. Türbenin üst kısmı; dıştan sivri külahlı ve kurşun kaplamalıdır. Güvenç Abdal Türbesi’nde ise Güven Abdal, eşi Dünya Güzeli ve hizmetkarlarının sandukaları bulunmaktadır. Türbe kemerli tonozlu örtülü olup, restorasyon ürünü bezemelerle süslüdür.
Hazire

Balım Sultan Türbesi’nin hemen yanında bulunan mezarlıkta, Tekke’ye hizmette bulunan Dervişler yatar. Hüseyni, Elifi ve Ethemi tipteki mezartaşı başlıkları, Türk-İslam Sanatı’nın özgün eserlerindendir.
Diğer Görülmesi Gereken Yerler

Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi

Şehir merkezinde ve Hacıbektaş-ı Veli Müzesi’nin 100 m. kadar batısındadır. Sulucakarahöyük’te, 1967-1976 yılları arasında yapılmış olan bilimsel kazılarda ortaya çıkan arkeolojik buluntular sergilenmektedir. Tek höyükten çıkan eserlerin sergilenmesi bakımından önemli bir müzedir. Pazartesi günü dışında hergün açıktır.
Kadıncık Ana Evi

Velayetname’de adı geçen ve Bektaşilik’te önemli sayılan bir kişinin ikamet ettiği evdir. Müze Müdürlüğü’ne başvurulması halinde görevli sağlanarak ziyaret edilebilir.
Bektaş Efendi Türbesi

M.1603 yılında ölmüş olan Bektaş Efendi ile ilgili pek bir bilgi yoktur. Kubbesi ve duvarları kalem işi bezemelerle süslü olan türbe, Selçuklu Kümbet Mimarisi tarzında inşaa edilmiştir.
Çilehane-Deliklitaş

İlçenin 3km. doğusundaki Arafat Dağı’nda bulunan mağaradır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu mekanda halvette bulunduğuna inanılır. Ayrıca, bu delikten geçenlerin günahlarından arındığı yönünde bir inanç da vardır. Zemzem çeşmesi, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Ozanlar Anıtları ile 5.000 kişilik modern amfitiyatro bu tepede bulunmaktadır.
Beştaşlar

İlçenin 5 km kadar kuzeyinde; Çivril Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Jeolojik bakımdan önem taşıyan, beş adet dev boyutlu taş vardır. Taşların efsanesi, Velayetname’de ayrıntılı olarak anlatılır.
Atatürk Evi

İlçe merkezinde bulunan evde; M. Kemal Atatürk, 22-23 Aralık 1919 tarihlerinde konuk edilmiştir. XIX. yüzyılda inşaa olunan ev, restore edildikten sonra, Müze-Ev olarak halkın ziyaretine açılacaktır.
Nevşehir Müzesi

1967 yılında Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin bir kompleksi olan medrese binasında ve imarethanesinde ziyarete açılmış, 1987 yılında Kültür Merkezi'ndeki yeni binasına taşınmıştır.

Eserler arkeolojik ve etnografik iki seksiyonda teşhir edilmektedir. Arkeolojik seksiyon Neolitik, Kalkolitik, Tunç Çağları, Frig, Urartu, Hellenistik, Roma ve Bizans'tan ibarettir. Ayrıca, İran, Mezopotamya, ve Kıbrıs kökenli eserler de sergilenmektedir. Etnoğrafik seksiyonda ise Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemine ait aydınlatma araçları, yazma eserler, silahlar, yöresel giysiler, el işleri, halı ve kilimler, erkek ve kadın takıları ile mutfak eşyaları bulunmaktadır. Ayrıca Nevşehir Müze Müdürlüğü’ne bağlı ören yerleri Göreme’de Açık Hava Müzesi, Avanos’ta Zelve Ören Yeri ve Çavuşin Kilisesi, Özkonak’ta Yeraltı Şehri, Gülşehir’de St. Jean Kilisesi ve Açıksaray Harabeleri, Derinkuyu Yeraltı Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Acıgöl yakınlarındaki Tatlarin’de Tatlarin Kilisesi ve Yeraltı Şehri, Ürgüp yakınlarındaki Mazı Yeraltı Şehri’dir.

Bektaş Efendi Türbesi

M.1603 yılında ölmüş olan Bektaş Efendi ile ilgili pek bir bilgi iyoktur. Kubbesi ve duvarları kalem işi bezemelerle süslü olan türbe, Selçuklu Kümbet Mimarisi tarzında inşa edilmiştir.
Yeraltı Yerleşimleri (Genel Bilgi)

Bu yerleşimlerin büyük bir kısmı yumuşak tüfün aşağıya doğru derinlemesine oyulmasıyla inşa edilmişlerdir. Oyma esnasında oluşan alet izlerinden yapım teknikleri hakkında fazla bilgi edinemememize karşın, yeraltı yerleşimlerinin üst katları daha kaba ve düzensiz, alt katlara doğru daha düzenli ve itinalı olduğu belirgindir. Bu yeraltı yerleşimlerinde ne kadar kişinin yaşadığı hakkında henüz yeterli bir bilgiye sahip değiliz.

Kapadokya Bölgesi, geçmişte sık sık çeşitli saldırılara maruz kaldığından, bu şehirlerin yapılış amacı, daha çok tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamaktır. Yeraltı şehirleri aynı zamanda yörede bulunan hemen hemen her evle gizli geçitlerle bağlantılıdır. Yörede yaşamış olan insanlar kendilerini daha fazla emniyete almak için yaşadıkları kayadan evlerin çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar hazırlamış, ihtiyaç karşısında kayaların dibine doğru yeni odalar açmışlardır. Böylece koridorlar ve galeriler çoğalarak yeraltı şehirlerini meydana getirmiştir.

Yüzlerce odadan oluşan yeraltı şehirlerindeki mekanlar, birbirlerine uzun galeriler ve labirent gibi tünellerle bağlanmıştır. Galerilerin alçak, dar ve uzun olmasının nedeni düşmanın hareketlerini kısıtlamak içindir. Ayrıca bu koridorların duvarlarına aydınlatmak maksadıyla kandil ve mum koymak için küçük oyuklar oyulmuştur. Kandillere keten tohumundan elde edilen altın sarısı renkteki 'bezir' adı verilen yağı konuluyordu. Şimdiye kadar hiç bir yeraltı yerleşiminde bezir yağı üreten mekana rastlanmamıştır. Büyük bir ihtimalle dışarıdan getiriliyordu. Kandillerde yanan bezir yağından yayılan ısı aynı zamanda ısınma gereksinmesini de karşılamaktaydı.

Katlar arasında mekanları birbirinden ayıran, savunma amaçlı sürgü taşları bulunmaktadır. İçerden açılan dışardan açılması mümkün olmayan bu sürgü taşlarının çapı, 1-2.5m eni 30-50cm civarında, ağırlıkları ise 200-500 kilogramdır. Ortalarında yer alan delik kapıyı açıp kapamaya yaradığı gibi, arkadan gelebilecek düşmanı görmeye veya ok ve mızrak gibi silahlarla düşmana saldırmaya yaramaktadır.

Yeraltı şehirlerindeki bir diğer kapı çeşidi de ahşap olanlardır. Savunma amaçlı olmayan ve daha çok özel mülkiyet için yapılmış bu kapılar iki ya da üç sürgülü idi.

Yeraltı şehirlerinin en eski katları genelde giriş katları olup, daha ziyade ahır olarak kullanılmıştır. Bunun nedeni de hayvanları daha aşağı katlara indirmenin zorluğundandır. Oldukça kaba olarak oyulmuş ahır duvarlarının alt kısımlarına hayvanların yem yiyebileceği oyuklar ve hayvanları bağlamak için birer delik yapılmıştır.

Gerek kışın gerekse yazın ılık olan yeraltı şehirlerinde şırahaneler ve mutfaklar da genelde üst katlardadır. Yöreden elde edilen üzümlerin işlenerek şarap haline getirildiği şırahaneler, üzümlerin kolay taşınabilmesi için daha çok üst katlara inşa edilmişlerdir. Mutfak sayıları gözönüne alındığında her ailenin bir mutfağı olmadığı, mutfakları ortaklaşa kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Mutfaklarda bugün Kapadokya kasaba ve köylerinde de hala kullanılan 'tandır' adı verilen yemek pişirmeye yarayan ocaklar bulunmaktadır. Ayrıca mutfak kenarlarına erzak küplerini düzenli bir şekilde yerleştirmek amacıyla küçük oyuklar yer alır.. Erzak küplerine yörede hala bolca üretilen arpa, buğday, mısır ve çeşitli sebzelerin yanısıra bira ve şarap da konulmuştur.

Katlar arasında odaların tavan ve taban kısımlarında iletişim maksadıyla yapılmış, çapı 5-l0cm yi geçmeyen haberleşme delikleri bulunmaktadır. Bu delikler sayesinde yeraltı şehri halkı uzun yorucu tünellerden geçmek zorunda kalmamakta, olağanüstü zamanlarda ise kolay ve çabuk bir şekilde savunma tedbirlerini alabilmektedirler.

Tuvalet konusu henüz tam olarak aydınlığa kavuşmamıştır. Sadece Tatlarin ve Güzelyurt (Gelveri) yeraltı şehirlerinde tuvalet bulunmuştur.

Bu yerleşim yerlerinde -uzun süren olağanüstü zamanlarda kullanılmak üzere- oturma birimleri, hatta mezarlık alanı bile bulunmaktadır. Bu mezarlıkların dini görevlilere veya önemli kişilere ait olup olmadığı konusu henüz açıklığa kavuşmamıştır.

Yeraltı yerleşimleri içinde hem havalandırma hem de haberleşme maksadıyla yapılmış, çoğu zaman yeraltı yerleşiminin tabanı ile bağlantılı bacalar bulunmaktadır. Bu havalandırma bacaları aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılmıştır. Bazı su kuyularının ağız kısımları düşmanın suyu zehirlemesini önlemek için yeryüzü ile bağlantısızdır.

Yeraltı yerleşimlerinin birbirlerine tünellerle bağlandığını iddia edilmekteyse de bugün bunu doğrulayacak bir kalıntıya henüz rastlanmamıştır.

Kapadokya Bölgesi'nde Prehistorik Döneme ait yerleşimler bulunmasına karşın bunların yeraltı şehirleri ile bağlantısı olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Ancak bölgenin jeolojik yapısı göz önüne alındığında Prehistorik Dönem insanlarının hiç olmazsa birkaç odadan ibaret yapay kaya sığınaklarında barınmış olmaları gerekmektedir.

Sonuçta, elimizdeki mevcut bilgiler ışığında yeraltı yerleşimlerini bölgedeki ilk medeniyetlerle aynı zamana yani Prehistorik Döneme tarihlemek pek yanlış olmayacaktır. Çünkü taş endüstrisini oldukça iyi bilen Prehistorik Dönem insanlarının basit aletlerle yumuşak tüfü oyması zor değildir. Bu dönemde birkaç odadan ibaret olan, Kapadokya’ya gelen değişik topluluklar tarafından devamlı olarak genişletilen yeraltı yerleşimleri, bir önceki kültürün tüm arkeolojik izleri yok edilerek bugünkü halini almıştır. Ancak unutmamak gerekir ki yeraltı şehirlerinin en yaygın kullanımı Bizans Dönemi'nde olmuştur.

Selçuklu Eserleri (Genel Bilgi)

Anadolu Selçukluları’nın parlak döneminde Selçuklu Sultanları, yerleşim yerlerini düzenli bir yol şebekesi ile birbirine bağlatmışlar, köprüler, kaleler, hanlar, kervansaraylar, medreseler, camiler ve türbeler yaptırmışlardır. Bunlar daha çok sultan, vezir ve zenginlerin yönlendirdiği vakıflar tarafından inşa edildiğinden sürekli olarak gelirleri bulunmaktadır. Selçuklular Arap ve İran sanat ve kültüründen büyük ölçüde etkilenmelerine karşın kendilerine özgü sanat anlayışına da sahiptiler.
Kapadokya Sivil Mimarisi

19.yüzyıl Kapadokya evleri yamaçlara, ya kayaların oyulması suretiyle ya da kesme taştan inşa edilmişlerdir. Bölgenin tek mimari malzemesi olan taş, yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktığında yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanıklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir. Kullanılan malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almıştır. Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşaptır. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir.

Evlerin kat aralarında bulunan konsolların araları bazen tek bazen de 2-3 sıralı rozet, yıldız, palmet, yelpaze, fırıldak ve stilize bitki motifleriyle doldurulmuştur. Çoğunlukla konsolların yüzeyi perde püskülünü andırır yüksek kabartma motiflerle kaplıdır.

Evlerin pencereleri ikişer veya üçerli olup etrafları daha çok stilize bitki motifleriyle süslüdür.Pencereler ‘kanatlı’ ve ‘giyotin’ tarzda olmak üzere iki tiptir.

Her iki tip evlerde çok sayıda oturacak odalar, mutfak, kiler, depo, tandır, şarap-pekmez yapma bölümleri vs. bulunmaktadır. Misafir odalarındaki nişlerde sıva üzerine boyalı bezemeler bulunmakta; genelde püsküllü perde motifinin altında çiçek doldurulmuş kulplu vazolar, su dolduran ya da taşıyan bayanlar resmedilmiştir.

Yöresel mimarinin en ilgi çekici örnekleri 19.yüzyıl sonu ile 20.yüzyıl başlarına tarihlenmektedir. Bu ilginç mimari gelenek, Ürgüp, Ortahisar, Mustafapaşa, Uçhisar, Göreme, Avanos, Kayseri sınırları içindeki Güzelöz ve hemen yanındaki Başköy, Ihlara Vadisi civarında Güzelyurt başta olmak üzere tüm Kapadokya kasaba ve köylerinde de görülebilmektedir.

Kapadokya Güvercinlikleri

İslam inancında güvercin aileye bağlılığın ve barışın, hıristiyanlıkta ise Tanrı’nın ruhu’nun simgesidir. Hemen hemen bütün vadilerin yüksek kısımlarına ya da peribacalarının üst kısımlarına inşa edilen güvercinliklerin yönleri genellikle vadilerin doğu ya da güney tarafına bakmaktadır. Güvercinler, kursaklarına doldurdukları tahıl tanelerini sindirebilmek için sık sık su içme gereksinimi duymalarından dolayı ‘Su pınarlarının koruyucu kuşu’ olarak da anılırlar. Bu nedenle güvercinliklerde şu kaynaklarına yakın yerlere inşa edilmişler.

Kapadokya Bölgesi’nde yer alan güvercinliklerin büyük çoğunluğu 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarına tarihlenmekle birlikte, 18. yüzyılda yapılmış örneklere rastlamak da mümkündür. Pek çoğumuzun dikkatini çekmeyen bu küçük yapılar Kapadokya Bölgesi’nde oldukça nadir olan İslam resim sanatını göstermesi açısından önemlidir.

Güvercinliklerin yapılış nedeni etinden ziyade gübresinden yararlanmak içindir. Yöre çiftçileri tarafından nesilden nesile bağ ve bahçelerde verimi arttırmak için güvercin gübresi kullanılmış, bu nedenle çok sayıda güvercinlik inşa edilmiştir.

Güvercinlikler inşa edilirken 5-10 metre kareli geçmeyen bir odacığın 3 kenarına 4-5 sıra halinde kuşların tünemesi ve yumutlaması için küçük nişler (oyuklar) açılmış, gerektiğinde de boydan boya ahşap tünekler konulmuştur. Bu işlem fasatı yıkılan bazı güvercinliklerde kolayca izlenebilir. Güvercinlikler vadi seviyelerinden oldukça yükseğe inşa edildiklerinden ya içten oyulan bir tünel vasıtasıyla ya da merdivenler sayesiyle ulaşılabilmektedir. Başka tip güvercinlikler de manastır veya kilise olarak yapılmış kaya oyma yapıların girişleri ve pencere boşlukları kapatılarak kullanılmış olanlardır. Çavuşin Kasabası yakınlarındaki Çavuşin (Nicephorus Phocas) Kilisesi, Göreme’de Kılıçlar (Kuşluk) Meryemana Kilisesi ve Karşıbucak Vadisinde yer alan kiliseler buna en iyi örnektir. Bugün güvercinlik olarak kullanılmış manastır ve kilise frekslerinni sağlam kalmasını güvercinlere borçluyuz. Çünkü bu sayede freskleri olumsuz yönde etkileyen güneş ışınlarından ve insanlardan uzak kalmışlardır. Zira insanlar, güvercinliğe yılda sadece bir kez güvercin gübresini almak için girmekte, daha sonra duvarı tekrar inşa ederek terk etmektedirler.

Güvercinliklerin dış yüzeyi genelde yöresel sanatçı tarafından zamanın geleneğine ve sosyal yaşamına uygun olarak zengin bir bezeme ile süslenmiş; kullanılan boyalar da ağaçlar, çiçekler, yabani otlar ve demir oksit içeren topraktan elde edilmiştir. Ayrıca güvercinliklerde oldukça yaygın kullanılan kırmızı renk, bölgeye has ‘Yoşa’ adıyla tanınan bir toprak/çamur türünden elde edilmiştir. Yöre halkının ifade ettiğine göre beyaz boya, alçı ve yumurta akının karışımından yapılmakta, bu sayede güvercinlere ve güvercin yumurtalarına ulaşmak isteyen sansar, tilki, gelincik vs. gibi hayvanların ayaklarını kaydırarak tırmanmalarını güçlendirmektedir. Uçhisar Kalesi’nin batı tarafında yeralan güvercinliklerin büyük bir kısmına ise güvercini yırtıcı hayvanlardan korumak için kolay bir yol olan teneke veya çinko levhalar çakılmıştır.

Çok renkli boya ile süslenmiş güvercinliklerde yer alan motiflerde yöre sanatçılarının duyguları, düşünceleri, mesajları ve yaratıcılığı gizli. Yüzden fazla motifin üzerinde tespit edilebilen süslemeler, 18. ve 19. yüzyılda yaşamış Kapadokyalı sanatçıların basit, ancka mistik anlamlı olan motifleri tercih ettiklerini gösterir.Göreme, Çavuşin ve Zelve vadilerindeki güvercinliklerin hemen hepsinin sağ ve sol kenarlarında yer alan çark-ı felek motifleri, Anadolu’da görülen en eski motiflerdendir. Tarihsel açıdan dört rüzgar tanrısını temsil etmiş olmasına karşın günümüzde dönen dünyayı, dönen kaderi, feleğin ve aşkın çemberini simgeler. Üstünde kuş tünemiş hayat ağacı ve nar motifleri de çark-ı felek motifleri gibi yaygındır. Şaman geleneklerinden kaynaklanan hayat ağacı, öteki dünyaya geçişi sağlayan yol, üzerinde yer alan kuşlar ise ağaca bekçilik yapan ve bu yolculukta eşlik eden yaratıklardır. Cenneti, bolluğu ve bereketi temsil eden nar ise Anadolu’da tarih boyunca kutsal bir meyve olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda evliliğin devamlı olacağına, ailenin zengin, çocuklarının çok ve uzun ömürlü olacağına işaret eder.

Yukarıda bahsedilen motiflerin yanı sıra bazı güvercinliklerde Eski Türkçe ile yazılmış kitabeler de yer almaktadır. Genelde güvercinliğin yapıldığı tarih, ‘Maşallah’ ve ‘Allah’ kelimeleri, nadir de olsa güvercinliğin sahibinin kimliği ve mesleki belirtilmektedir.

Kapodakya bölgesi güvercinlikleri en yoğun biçimde Uçhisar civarındaki vadilerde, Göreme-Kılıçlar ve Güllüdere vadilerinde, Ürgüp-Üzengi vadisinde, Ortahisar-Balkan deresi ve Kızılçukur vadisinde, Nevşehir yakınlarındaki Çat vadisinde ve Kayseri sınırları içindeki Soğanlı vadisinde bulunmaktadır.

Turkey Holiday places Türkiye Tatil Apart Pansiyonlar, Ucuz Tatil, Ucuz Tatil Yerleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Turkey Holiday places Türkiye Tatil